Cumartesi, Kasım 26, 2005

SİSTEM

Memet ÖZKAN
SİSTEM



"Pek çok konuda başarı, başarmanın ne kadar vakit alacağını bilmeye bağlıdır."

Montesquieu


Proje yönetimi içerisinde, erp projelerinin özel bir yeri vardır. Bu tür projeler her yönden oldukça renkli projelerdir. Yönetebilmek ve başarabilmek için üst düzey yönetim desteği, yeterli maddi kaynaklar ve teknik bilgi birikimi yetmez. Aynı zamanda karizmatik özelliklere, yüksek oranda stres emicilik, sıkı ve sabırlı risk yöneticiliği özelliklerine de sahip olmanız gerekir. Aşağıdaki yazıda, 1998'li yıllarda bir erp projesi kapsamında, danışmanlık grubu ile üretim yapan fabrika çalışanları arasında geçenler neşeli bir dille aktarılmaya çalışılmıştır.

Kaptanın seyir defteri :

Yıl 1998 (yani dünyalıların dillerinde gösterişli bir makamla telaffuz edilen 2000'lerde bile değiliz).

Uzay gemimiz çok uzun süren bir yolculuktan sonra dünyanın üç yanı mavilerle çevrili, geniş kara parçasının belli bir noktasına yumuşak inişi başarıyla gerçekleştirdi. Motorlarımızı susturduk, tahliye kapaklarını açtık, uzay gemimizin atmosfere girişte yoğun ısıdan siyaha dönüşen beyaz gövdesini dinlenmeye bıraktık.

Yorgunduk, çünkü binlerce ışık yılı uzaklardan gelmiştik. Ama kutsal bir görevimiz vardı. Ve bunun için çok heyecanlıydık. Gezegenlerarası Üst Kurul'un verdiği kararla, bu kara parçasında 'Sistem'i kurmaya çalışacaktık.

Dünyalılar buna 'erp sistemi' adını veriyorlardı. (Zaten onlar sürekli olarak herşeye bir ad veriyorlardı). Onlara göre bu erp sistemi dedikleri şey, sonuçta elektronik sıfır-bir kodlarıyla çalışan (organik sisteme geçmemişlerdi henüz) ve metal aksamlarda kayıtlı olan yazılımlardı. Sistem'in moral faktörlerinin boyutlarını ya göremiyorlardı, ya da bu faktörlerin ve parametrelerinin çokluğu yüzünden analiz edebilecek teknolojiye henüz sahip değillerdi. Açıkçası moral değerleri en başlarda biz de çok ciddiye almamıştık. İnsan dna'larının azizliğine uğrayabileceğimizi hiç düşünmemiştik!

Bizi önce kuşkuyla karşıladılar. Ne iyi, ne de kötü davrandılar. Sadece tanımaya çalıştılar. Gemimizin duvarlarına dokundular, tenimize dokundular, uzaktan saatlerce seyrettiler, kendi aralarında hakkımızda sürekli fısıldaştılar. Sanırım tam olarak ta bir karar veremediler.

Bu arada kargo gemisiyle getirdiğimiz materyaller çok ilgilerini çekti. Çeşit çeşit programlar, şemalar, slaytlar ve dokümanları incelemek için herkes koştu. Bunları tanıtma eğitimleri düzenlediğimizde gelen talepleri karşılayamadığımız bile oldu. Öyleki katılımları kısmak zorunda bile kaldık. Neden sonra ilk heyecan dindi. Bir kısmı kendi işine döndü, bir kısmı ise bizi uzaktan izlemekle yetinmeye, ilgiye değer bir kısmı ise çevremizde dolanmaya devam etti. (Bunları potansiyel sempatizanlarımız olarak algılamıştık, kararımızın ne kadar doğru, ne kadar yanlış olduğunu zaman gösterecekti!).

Daha ilk günden teşhis ettik. Sorun şuydu: Çok kalabalıktılar ve her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Bazısı güçlü, bazısı zayıftı. Bazısı doğru konuşuyor, bazısı yanlış konuşuyordu. Bizi en çok korkutanlar da hiç konuşmayanlardı. Çünkü onların ne bildiklerini bilemiyorduk. Oysa Sistem'i kurabilmek için insanlar ve yaşamları hakkında her çeşit bilgiye sonsuz gereksinimimiz vardı. Öte yandan herşeyleri de hızla değişiyordu. Bugünün doğrusu, yarın yanlış oluyordu. Bir standart yapıyorlar, ertesi gün onu daha onu uygulayamadan çöpe atıyorlar, ertesi gün başka bir standart yapıyorlardı. Bu değişim hızında, uygulamanın standartlara uygunluğunun kontrolü işini ise düşünmeyin gitsin! Değişimin nedeni ise diğer kara parçalarıyla girdikleri yoğun rekabetti. Boş durmamışlar, buna da bir ad vermişlerdi (küresel rekabet!). Küresel rekabet ortamında üretime odaklı bir yaşam tarzları vardı.

Bu değişim hızını anlatabilmek için şakayla karışık kendi aralarında da şöyle bir benzetme yapmışlardı: "Son ellibin yılımızı birer nesil süresi kabul edip, altmışiki yıla böldük, sekizyüz yaşam süresi ortaya çıktı. Bunun altıyüzellisini mağaralarda geçirdik ve ancak son yetmiş yaşam süresi boyunca bir şeyler yapmaya başladık. Basılı sözcükleri son altı yaşam süresidir görmeye başladık, zamanı ölçme gücümüz son dört yaşam süresinde gerçek anlamda ortaya çıktı, elektrik motorunu ise son iki yaşam süresidir kullanıyoruz. Bugün yaşadıklarımızın çoğu ise son bir yaşam süresine sığmış durumda."

Rekabet, değişim hızı, üretime odaklılık, günlük stratejiler onları şaşkına çevirmişti. Ne kadar çelişkili görünse de, aslında kısa vadeli stratejik değişim hızını, ancak oturmuş ve güçlü bir Sistem'le yakalayabilecekleri kaçınılmazdı.

Zaten Gezegenlerarası Üst Kurul da, biz de bunu biliyorduk. Hatta belki insanlar da biliyorlardı, ya da en azından uzayın sonsuzluğuna çevrilmiş devasa çanak antenleriyle böyle bir çözümün varlığına dair sinyaller yakalamışlardı. Bilmedikleri bu işin nasıl yapılacağıydı. İşte burada da biz devreye girmiştik.

Stratejilerimiz belliydi, araçlarımız hazırdı. Vakit geçirmeden uygulamaya koyduk.

Öncelikle tüm bu kalabalığa aynı anda, aynı duyguları verebilmek, onları büyük değişimlere hazırlayabilmek gerekiyordu, ki en zoru da buydu. Bu amaçla idealleri ve mesajları belirledik. Bunlara misyon ve vizyon adlarını da verdik. Tanıtımlar için büyük kitle törenleri yaptık. Bunlara da workshop adını verdik. Uzun bir zamana yayılan eğitimler, toplantılar, onların çok hoşlandıkları yemekli partiler düzenledik. İnsanları bunlara katılmaya bazen zorladık, bazen de serbest bıraktık. Sistem'e uyarsanız, Sistem'i öğrenirseniz, sizi her yönden parlak bir gelecek bekliyor dedik (bu doğruydu!). Sempatizanlarımıza özel bir önem verdik. Sempatizanların da katıldığı Sistem ekipleri kurduk. Televizyonlarda, bilgisayarlarda, tüm iletişim ağlarında sürekli olarak Sistem'i anlattık. Hatta evlerin kapılarının altından Sistem'i anlatan broşürler bile attık! Sonuçta her yönden yoğun bir ajitasyon bombardımanına tuttuk onları.

Öte yandan her ihtimale karşı kurduğumuz istihbarat birimlerinden gelen haberlere göre Sistem'i istemeyen bazı yeraltı örgütleri kurulmuştu. Daha da kötüsü bu örgütlerin perde arkalarında bazı tanınmış isimler de vardı. Bu isimler de boş durmuyorlardı. Sistem'i istediklerini söylüyorlar, hatta Sistem'e parasal olarak bağışlarda bulunuyorlardı. Ama çıkan ilk fırsatta Sistem'i kötülüyorlar, destek vermiyorlar, nasılsa başarılamaz, biz de eskiye döneriz diye etrafa telkinlerde bulunuyorlardı. Önce isimleri belirledik, ardından onları kazanmaya çalıştık. Bazıları zamanla tarafımıza geçti. İyilikten anlamayan Sistem düşmanlarını ise idam etmek zorunda kaldık. Bu sonuçta istemediğimiz bir şeydi, ama zararları herkesi etkilemeye başlamadan önce bunu yapmamız gerekiyordu ve kararlılığımızı göstermek zorundaydık.

Psikolojik çalışmalarımızı sürdürürken teknik çalışmalarımıza da hızla devam ettik. Ekiplerimize tam yetki ve modern donanımlar verdik. Psikolojik çalışmalarımızın sonucu bir kısım teknik bilgiler elimize geçtikçe işimiz daha da kolaylaşıyor, Sistem'in dünya parametrelerini aşama aşama oturtabiliyorduk.

Kısa zamanda teknik yönden bütün alt yapı hazır sayılırdı. Teorik olarak ta Sistem çalışabilir konumdaydı. Oysa dünyalıların, yukarıda sözünü ettiğimiz moral faktörleriyle karşılaşmaya başladıkça, parametrelerin sayıları arttı ve boyutları değişti.

Kimi zaman dünyalıların uyguladıkları ve bizim literatürümüzde olmayan, son derece ilginç çözümlerle karşı karşıya kalıyorduk. Açıkçası bu durum, onlardan da bazı şeyler öğrenebileceğimiz düşüncesini beraberinde getiriyordu. Sistemin mükemmelliği adına bunu kabul etmemiz doğrusu biraz zaman aldı. Kimi zaman da karşılaştığımız durumlara getirdiğimiz Sistem çözümleri, asla kabul edilmeyecek gibi, dünyalıların oldukça sert tepkilerine neden oluyordu. Tam bu aşamada Sistem'in prestij yitirmemesi için, ekiplerimizin hata yapmamaya azami dikkat etmelerini sağladık. Bu da doğal olarak, evrenin diğer yerlerinde yaptığımız çalışmalara göre daha yoğun bir çaba sarfetmemizi gerektirdi. Kimi zaman da dünyalıların Sistem'sizliğe rağmen mevcut yapılarının nasıl bunca zaman ayakta kalabildiğini anlamak mümkün olmuyordu. Bunun tek açıklamasının, dünyalıların bireysel çabaları olduğunu düşünüyoruz.

Kısacası herşeyin bizim umduğumuz gibi güllük gülistanlık bir ortamda gelişmeyeceğini anlamamız uzun sürmedi. Böyle umutsuz anlarımızda, kendi aramızda anlaşmazlığa düştüğümüz bile oldu. Ama bunu dünyalılara hissettirmemeye çalıştık. Çünkü herkes hala bizi izliyordu. Sistem, tüm evrende ekiplerden bağımsız olarak yaşamını sürdürürken, işin başlangıcında olan dünyada ve dünyalılar tarafından, ekiplerden bağımsız olarak düşünülemiyordu. Sonuçta ekiplerimizin insani bir zaaf olan hataya düşmemeleri gerekiyordu.

Bu arada eğitmiş olduğumuz dünyalılardan bazıları projenin değişik dönemlerinde amitoz'a uğrayıp, başka kara parçalarına doğru yola çıktılar. Doğrusu misyonumuzu tamamlamadan bizden ayrılmalarına üzülmüş, hatta kızmıştık. Ama Sistemi'n bütün kara parçasına yayılmasının bize de getireceği genel avantajları düşününce üzüntümüz kısmen de olsa sevince dönüştü. Yeter ki onlar Sistem'i kurmanın 'ulvi' amaçlarını anlamış olsunlar, Sistem'i kısa vadeli ve adına para dedikleri metayı elde etmek için kullanmasınlardı. (Doğrusu, bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğimizi biliyoruz.)

Artık gitmek zorundaydık. Çünkü evrende bizi bekleyen, uğramamız gereken daha bir çok yer vardı.

Üstelik bebeği de büyütmüştük. Ona yürüyebilmesi için herşeyi anlatmış ve göstermiştik. Bundan sonra tek başına yürümeye başlaması gerekiyordu. Yürüyebilmesi için bizim yapabileceğimiz daha başka bir şey yoktu.

Aslında burada ince bir nokta var. Değinmeden geçemeyeceğim. Biz herşeyi yapmıştık yapmasına ama ya bebek yürümezse ne olacaktı? Ya da önce biraz yürür, sonra daha güvenli diye tekrar dört ayak üstünde emeklemeye dönerse ne yapacaktık? Gezegenlerarası Üst Kurul'a bunun hesabını nasıl verecektik? Efendim işte, insan dna'larının pragmatik yaklaşımları, disorganizasyona eğilimli bünyeleri ve sistemi hızlı bir şekilde özümseyememeleri yüzünden başarısız olduk, demek bunca çabadan sonra geçerli bir mazeret olabilirmiydi acaba?

Tüm bu düşünceler içerisinde, projenin sonlanma aşamasına doğru ve geriye dönmeden önce, ekiplerimizden bazılarını dünyalılarla birlikte bıraktık. En kötü olasılıkla bebek yürümez ve dünyalıların bizim ırkımızın genlerini taşıyan çocukları olursa, belki bir iki nesil içinde Sistem'in kurulması yönünde daha doğal adımlar atılabilirdi. Öte yandan kalanların arasında 'Auditor'lerimiz de vardı. Ama onlar da tek başlarına uzun süre dayanamıyacaklarını biliyorlardı. Bu işi genler halledecekti. Çünkü genler samimiydi. Bundan çok uzun zaman önce, ormanda yüksek baobab ağaçlarının arasında yaşayan dört ayaklı homo sapiens'in, ormanı terkedip savanlara geçerek iki ayak üzerinde doğrulmasına yol açan sürece benzer, uzun bir süreç gerekiyordu insanlar için.

Genleri de araştırdık tabii ki. Sokağa çöp atmayanları, zarfa posta kodunu yazarak zamana yatırım yapanları, trafik canavarı olmayanları, musluk suyunu boşa akıtmayanları, boşa yanan elektriği kapatanları, öneri kutularını dolduranları, öneri kutularını okuyanları, soru soranları, yanıt arayanları, üreterek yaşayanları ….. hepsini teker teker araştırdık. Bulduklarımızı diğerlerine farkettirmeden işlemeye çalıştık. Hatta bazılarını evrendeki diğer projelerimiz için yanımıza bile aldık.

Dün akşam saatlerinde motorlarımızın bakımını yaptıktan sonra yakıt depolarımızı doldurduk. İnsanlarla kısa bir vedalaşma partisi düzenledik. Kalkış umduğuzdan kolay oldu. Bir kulağımız mavi dünyadan gelecek sinyallerde, rotamızı yeni gezegene doğru ayarladık. Tahmini varış saatimiz…


Yazarın notu: Bu yazı, BT-Haber gazetesinin 1998 yılı, 196-197-198. sayılarında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: